6 Nisan 2012 Cuma

Cellad kim?

Bir Cuma günü, ıslak çimenlere uzanmış, parktaki insanları izlerken birden şunu hissettim... Sensiz öleceğim, bunu düşündükçe yüzüme çarpan ferahlık kokusunun verdiği rahatlama hissine rağmen, farkındalığım ile kalp atışlarım aynı oranda hızlandı. İnsan sessiz bir ortamda kalınca kulakları sadece kendisini dinlemesine yol açıyor, kalp atışlarım çıldırırcasına beynimde yankılanıyor ve ben gittikçe tüm bu kalabalığın içinde daha da silikleşiyorum. Rengimi, sesimi ve benliğimi kaybederken geriye sadece derin soluklarım kalıyor ve beni ben yapan tek şeyin o olduğunu hatırlarken tüm hücrelerimle özlüyorum onu. Oysa ki zaten o içimde ve ben her nefesimde onu taze tutuyorum. Aslında sorun aynaya baktığımda kendimi göremememde. Kendimi sevdiklerimin gözlerindeki yansımada görebiliyorum sadece.

Biliyorum ki kendimi sevmedikçe diğerlerine vereceğim sevgi aslında ihtiyaçtan... Sevgiye aç yaşıyorum ve kendime veremediğimi başkalarına verip onlardan umuyorum. Bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. İnsanları aşağılayarak kendimi yüceltmeye çalıştığım o günlerdeki gibi kemiriyor ruhumu düşünceler. Çünkü her defasında sevilmeyeceğimi düşünerek son çığlıklarımı atıyorum sığ bataklıklar üzerinde. Ama ben kendimi bile aslında sevilmek istediğim gibi sevmiyorum. Sürekli ben ve kendim ikili kavgalarda öldürücü darbeler savururlarken birbirlerine, anbean ayrı düşüyorum kendimden. Gitmek çözüm olsa bile kendimi bırakamayacağım gerçeği tokatlıyor ruhumu... Korkularım zamanında ölmek ile başlıyor aslında. Zamanında yaşamayan biri, zamanında nasıl ölebilir ki? Yaralı kuşların birbirine sarılarak uçamayacağını biliyor olmam gerekirdi ama tüm bildiklerim sadece elimi attığım hiçbir şeyi istediğim gibi başaramadığımdı. İstediğim evlat, istediğim eş, istediğim arkadaş, istediğim ebeveyn olamadım, olamayacaktım belki de. Ne istediğimi de bilemememle beraber sadece namemnundum halimden. Ölüm bile beni görünce yön değiştirecek kadar yabancı oysa varlığıma. Sıfatlar bile hiç memnun etmemiş beni. Sıfatlarımla yaşayamadım hiç, toplumun bana atfettiği her sıfat hafif bir mide bulantısı oluşturdu bende. Çocuk olmak, ebeveyn olmak, öğrenci olmak, işçi olmak, sevgili olmak... Her şeyden öteye ben, "ben" olmayı hiç istemedim ki! Bundandır belki de tutunamadım hayata. Yaşama hakkımı zorla elde etmedim sonuçta. Yaşamak için savaşmayı da anlamsız buldum ama hep aitliğim olsun, aidiyetliği tadayım istedim. Bu kadar bağlanmaya müsaitken ruhsal varlığıma bile saygı duyamayacak kadar örseleyen neydi beni bilmiyorum. Mutsuzluk yalnızlığımla sırt sırta vermiş adeta, bundandır istikrarsızlığım belki de? İnsanların benimle ilgilenmesi, zor zamanlarımda onlara dert yanabilme özgürlüğüm, hayatın beni hep ters köşeye yatırmış olması ve tüm bunların elbette benim değil insanların suçu olduğu hakikatı var ve de... Kendimi yerden yere vururken, nasıl bir de kötülüğümle ya da olumsuzluğumla yüzleşebilirim ki? Her şey bana hayat veren annemin suçu ya da yeterince sahiplenmeyen babamın? Ben sadece kurbanım. Kurban olduktan sonra, kurban etmeyi kolayca başardım. Önce sevgililerimle yola çıktım, sonra da ailemi kurban ettim kendimi içimde. En son sıra Tanrı'ya geldi. Ve işte o anda acizle tanıştım. Karanlıkta aç bırakılmış ve halatlarla dövülmüş, defalarca benim tecavüzlerime maruz kalmış, kendisine verilenleri doğru tarafa bakamadığı için asla görememiş, yardım isteyen ama kalkmayı veya seslenmeyi akıl edemememiş egomla karşılaştım sadece. İşte sadece o, egom. Öylesine güzel, öylesine savunmasız ve pislenmişti ki fikirlerimle, kömürlükteki bir çocuğa benzettim onu. Sarılmak istedim ama kendi kendini zehirleyen bir yılan gibi itti beni kendinden. Onunla yüzleşmek, onunla yaşamaktan çok daha ağırmış meğer. Onu tanımak, neler yapabileceğini bilmek, başıma ördüğü çorapları anlamak ve bize yaptıklarını her dakika düşünmek... Hepsi daha çok acıttı yüreğimi. Daha çok suçluluk duydum ve daha çok nefret ettim kendimden. Oysa ki nefretim varlığımdaki en güzel şeyden besleniyordu. Vermeye hevesli olduğum ve almaya ihtiyaç duyduğum sevgiden. İşte o anda anladım ki sevgiyi kullanmayı bilmeyecek kadar deneyimsizim bu hayatta. Çünkü, mutsuz oldukça insanların beni sevme olasılığı olduğu öğretilmiş bana ya da hareketlerim yüzünden hep bu şekilde davranılmış geçmişten bugüne. İstemsiz olarak etiketlemişim meğerse sevgiyi. Dolayısıyla seni etiketlemişim. Şimdi ezberi bozmaya çalışıyorum sende var olan, sudan çıkmış bir balık gibi çırpınıyor görünsem de sadece sevgi konusunda son nefesini veremeyen bir kurbanlık gibi hissediyorum kendimi. Celladım sen misin yoksa ben mi?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazılarını okudukça hislerimle yüzleşiyorum. Altında eziliyorum zaman zaman kendimin. Bir şekilde iyi geliyor okumak. Dışarıda bir yerlerde kafamın içindeki kaosun aynısını yaşayan birini görmek belki de yalnızlık hissimi biraz azaltıyor. Teşekkürler bu yüzden yazıların için.

Adsız dedi ki...

ikinizde bana çok lazımsınız.. iletişime geçmeliyiz